Türkiye’nin Mimari Tasarım Örnekleri Nelerdir?

12427

Mimari tasarım örnekleri denince internette hep yamuk eğri büğrü, sıra dışı yapılar karşınıza çıkar. Ama aslında mimari tasarıma örnek olarak sadece sıra dışı yapılar verilemez. Çünkü mimarlığı etkileyen onlarca farklı sanat akımı vardır. Her bir sanat akımında farklı yapılar ve mekanlar tasarlanmıştır.

Bir yapının veya mekanın mimari tasarım yönünü tespit edebilmek için; yapının ve mimarının hikayesini bilmeli, neyin neden yapıldığını çözmeliyiz. Çünkü mimarlık bütünsel bir disiplindir. Sadece yapının dışı veya mekanın içine bakarak bu tasarımdır, bu tasarım değildir denemez. Nitelikli yapıların tasarım yönü de başarılı olur.

İçindekiler

ÜLKEMİZDEN MİMARİ TASARIM ÖRNEKLERİ

ANITKABİR

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu, Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün ebedi istirahatgah olan Anıtkabir, ülkemizin en nitelikli mimari tasarımlarındandır. 1938’de hayata gözlerini yuman Başkumandan’a yakışacak bir kabir tasarımı için yarışma açıldı. Yarışmaya ulusal ve uluslararası bir çok mimar katıldı, tasarımlarını sundu. 1 Mart 1941’de başlayan yarışma, 2 Mart 1942’de sona erdi. Yarışmayı, Emin Onat ile Orhan Arda’nın tasarımı kazandı. Yapının inşaatı 1944’te başladı ve  1953’te tamamlanmıştır. Kompleks, anıt mezar binası başta olmak üzere çeşitli yapı ve anıtların yanı sıra Barış Parkı olarak adlandırılan ağaçlık alandan meydana gelmektedir.

 Anıtkabir’in tasarımı sadece  kabirden ibadet değildir. Şeref Holü , Aslanlı Yol, Yer Altı Müzesi, peyzajı ile bir bütündür. Anıtkabir’in peyzajı için dünyanın çeşitli ülkelerinden farklı ağaçlar ve bitkiler getirilmiş böylece Atatürk’ün YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ sözü, ağaçlarla somutlaştırıldı.

Anıtkabir; kabartma, mozaik, fresk ve oyma tekniğiyle oluşturulan süslemeler içerir. İkinci Ulusal Mimarlık Akımı üslubunda neoklasik olan yapı, günümüzdeki Türkiye topraklarında tarih boyunca hüküm sürmüş Hitit, Yunan, Selçuklu ve Osmanlı kültürlerinden izler taşır. İşte Anıtkabir’in mimari tasarım özellikleri kısaca böyle sıralanabilir.


BURSA ULU CAMİ

Bursa’da I. Bayezid tarafından 1396-1400 yılları arasında yaptırılmış dini yapıdır.  Çok ayaklı cami şemasının en klasik ve anıtsal örneği sayılır. Yirmi kubbeli yapı, Türkiye’deki iç cemaat yeri en geniş camidir. Mimarın Ali Neccar veya Hacı İvaz olduğu sanılmaktadır. Caminin; kündekari tekniği ile yapılmış minberi Selçuklu oyma sanatından Osmanlı ahşap oymacılığı sanatına geçişin en önemli örneklerinden biri kabul edilen değerli bir sanat eseridir.

Caminin duvarlarında bulunan 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında farklı hattatlar tarafından yazılmış 192 adet hat levhası ve duvar yazısı, hat sanatının özgün örnekleri arasında gösterilir. Caminin iç mekanında, tepesi açık bir kubbenin altında bulunan şadırvan, Ulu Cami’nin dikkat çekici özelliklerindendir.


DOĞAN APARTMANI

İstanbul’un göbeğindeki eşsiz mimarisi, fotoğrafçıların bir kare almak için çırpındığı bahçesiyle Doğan Apartmanı, şehirde en görkemli yapılardan biri. 1894 yılında inşa edilen bu tarihi bina, Belçikalı banker bir aile olan Helbig ailesi tarafından yaptırılıyor. Binanın o zamanki ismi ise; Helbig Apartmanı. Galata Kulesi’ne çıkarken Serdar-ı Ekrem sokakta yer alan bina inşa edildiği dönemde, seçkin aileleri ağırlamak için kiralık bir konut olarak tasarlandı. İtalyan mimari tarzını yansıtan bina, “U” şeklinde dizayn edildi. 400 metrekarelik bahçesiyle eşsiz bir görünüm sunan binanın en üst katında ise her dairenin kendisine ait olan hizmetçi odaları bulunuyordu.

Apartmanın, dillere destan ve eşsiz manzaraya sahip terasında ise herkesin kullanımına açık ortak bir kütüphane ve spor salonu bulunuyor. Doğan apartmanın mimari tasarım özellikleri şöyle sıralanabilir: İstanbul’un ilk apartmanlarından olması, boğazdan gözükmesi, U biçimde avlulu yapısı ile sivil mimariye güzel bir örnektir.


SELİMİYE CAMİİ

Selimiye CamiEdirne’de bulunan, Osmanlı padişahı II. Selim‘in Mimar Sinan‘a yaptırdığı camidir. Sinan’ın 90 (bazı kitaplarda 80 olarak geçer) yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği Selimiye Camii gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir.

Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye’de daha önceki hiçbir camide ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metreçapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Caminin dört köşesinde bulunan, her biri özel üç şerefeli 380 santimetre çapındaki minareler 70,89 metre yüksekliğindedir. Minarelerin alem dahil yükseklikleri bazı kaynaklara göre 84, bazılarına göreyse 85 metredir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösterir. Bu caminin en büyük özelliği Edirne’nin her tarafından görülmesidir.

Caminin mermer, çini ve hat işçilikleri de önemlidir. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki hünkar mahfili, 12 mermer sütunludur ve 2 metre yüksekliktedir. Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır. Dış avluda ise sıbyan mektebi, darül kurra, darül hadis, medrese ve imaret bulunmaktadır. Sıbyan mektebi günümüzde çocuk kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır.

Caminin müezzin mahfilinin mermer ayaklarından birinin altında ters bir lale motifi bulunmaktadır. Rivayete göre, caminin yapılacağı arsa üzerinde bir lale bahçesi bulunmaktaydı. Bu arsanın sahibi, başlarda arsasının satılmasını istememiştir. En sonunda, Mimar Sinan‘dan camide bir lale motifi olmasını isteyerek arsasını satmıştır. Mimar Sinan da lale motifini ters olarak yapmıştır. Lale motifi bu arsada bir lale bahçesi olduğunu, ters olması ise sahibinin tersliğini temsil etmektedir 


YAPI KREDİ KÜLTÜR SANAT BİNASI

TEGET Mimarlık tarafından dönüştürülen ve yeniden işlevlendirilen YKKS binası 1958 yılında Paul Schmitthener tarafından inşa edilmişti. Yapı; İstiklal Caddesi ve Ara Sokak’a bakan cephe düzeni, kat hizaları ile dikey taşıyıcıları aynen tutularak, meydana baktığı noktada binanın içi boşaltıldı. Bu boşluk, YKKS’nin sırasıyla kitabevi, müze, sergi salonu, performans salonu, kütüphane ve son olarak yayınevi işlevlerini; rampalar dizisiyle birbirine bağlayarak kamusal bir hat, bir ara mekan oluşturuyor. Binanın kitabevi, sergiler ve salon arasındaki dolaşımı bir canlının iç yapısı gibi meydan tarafından izleyenler için sergilenebilirken, binaya tırmanan izleyiciye çeşitli işlevler arasındaki seyahatinde İstiklal Caddesi ve Galatasaray Meydanı’nı farklı açı ve yüksekliklerden tecrübe etme fırsatı sunuyor.

Bunlarla birlikte en can alıcı duraklardan birini, YKKS koleksiyonundaki en önemli eser; İlhan Koman’ın Akdeniz Heykeli tutuyor. Heykel burada yapının olduğu kadar, meydanın ve kentin de bir parçası haline geliyor. Son olarak; korunan cepheler, orijinal yapının hatırasına saygı gösteriyor ve toplumsal belleğe hitap ediyor. 


Antakya Müze Oteli

Antakya’nın Starius Dağı’nın eteğinde otel inşaatı için yapılan kazıda ortaya çıkan arkeolojik kalıntılar, bu alanda bir beş yıldızlı otel yapmak isteyen işvereni müze-otel fikrine yönelten unsur oldu. Korunarak ziyarete açık tutulması gereken tarihi kalıntılar ile kamusal kullanımı dışarıda bırakan otel programının oluşturduğu zıtlık, tasarımı tetikleyen etmenlerin başında yer alır. Kazı alanındaki kalıntıların yerleri, yapının yere bastığı noktaları belirleyen ana faktördür.Yapının ana taşıyıcısı olan kompozit kolonlar, kazı alanının ortasından geçen dere yatağı izinin açtığı boşluk ve alanın çeperlerinde belirlenmiş noktalarda, kalıntılara olabildiğince zarar vermeden konumlanır.

Kolonların taşıdığı ana saçak, hem arkeolojik alanı imleyen bir üst örtü, hem de üzerinde balo salonu, toplantı salonu, açık havuz ve sosyal tesislerin bulunduğu, peyzaj ile zenginleşen bir üst platform halini alır. St. Pierre tepesini ve kenti gören bu platform, Antakyalıların açık hava teras kullanım alışkanlıklarını devam ettirir. Platformun geçirgen yüzeyinde yer yer açılan yarıklar, saçak altının ışık almasını sağlarken arkeolojik kalıntılarla görsel bağlantının da otelin hiçbir alanında kopmamasını sağlar.

Tümü yarı açık bir alan içerisinde kurgulanmış olan müze-otel projesi, bu sayede oldukça efektif bir pasif havalandırma sistemine sahip. Bu tasarım anlayışıyla Emre Arolat Architecture ekibi, mekanik sistemlere olan ihtiyaçları ortadan kaldırıyor: yapının cephesiz kurgusu sayesinde hava yürüyüş yolları ve odalar arasında sirküle edilebiliyor. Bu yine müze-otelin kazı alanına minimum müdahaleyi beraberinde getiren bir özellik. Yapıda yalnızca zemin kotunda koruyucu bir cam cephe mevcut. Bu cephe de kazı alanını kötü etkileyebilecek rüzgarlar ve tozlara karşı kazı alanını koruyor.


ODTÜ Mimarlık Fakültesi

1961 yılında, ODTÜ kampüsü ve binaları için açılan yarışmayı kazanan Behruz Çinici ve Altuğ Çinici tarafından tasarlanan yapının inşaatı 1963 yılında tamamlandı. Ankara’da, Eymir Gölü’nü de içine alan toplam 4.500 hektar alanda, 500.000 m² inşaat alanına sahip, 15.000 öğrenci kapasiteli kampüsün binalarından biri olan ODTÜ Mimarlık Fakültesi binası dönemin önemli mimari eserlerinden biri. 

Çinici çiftinin tüm ODTÜ kampüs planı için kurguladığı Divan Yolu‘na (allé) bağlanan külliyeler fikrinin parçalarından biri olan fakülte binası 1961-1980 yılları arasındaki inşaat sürecinin uygulanan ilk parçası. Koridorsuz, iç içe geçmiş avlular ve galerilerden oluşan brüt beton yapı 1950’ler Enternasyonal Stili ve Brütalizmin izlerini taşığı kadar, ülkede yapılagelmiş modernist mimari uygulamalara bir eleştiri niteliği de taşıyor.

1965 tarihli Arkitekt Dergisi’nin 3. sayısında, “Ankara’da Orta Doğu Üniversitesi” başlıklı yazıda mimarlık fakültesinden şöyle bahsediliyor”: Büyük bina profilinin bulunmaması, açıklık ve çeşitlik kendiliğinden iç ve dış sahaya anlam kazandırıyor.  Üniversitenin bütününü ve araziyi birbirine bağlıyor. Burada belirttiğimiz iç okuma salonu haddizatında çeşitli fonksiyonları da üzerine almaktadır ve Selçuklu mimarisinin eski geleneksel tipinin bir kısmını belirtmektedir. Yukarıdan aydınlatılmış bir salon, ışık tepeden gelmektedir. Buraya talebeler hiçbir kontrol olmadan girebilir, tahta raflardaki meslekî mecmuaları alabilirler, okuyabilirler, konuşabilir ve görüşebilirler. ”


DOLMABAHÇE SARAYI

Dolmabahçe Sarayı‘nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya‘sının gemileri demirlediği, Boğaziçi’nin büyük bir koyu idi. 18. yüzyılın ikinci yarısına doğru, Türk mimarisinde Batı tesirleri görülmeye başlanmış ve “Türk Rokokosu” denilen süsleme şekli, gene Batı tesiri altında kalarak yapılan barok tarzı köşk, kasır ve sebillerde kendini göstermeye başlamıştır.

Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı’nın cephesi, İstanbul Boğazı’nın Avrupa kıyısında 600 metre boyunca uzanmaktadır. Avrupa mimarî üsluplarının karışımı olan eklektik bir uslûpta, Ermeni mimarlar Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından 1843-1855 yılları arasında inşâ edilmiştir. 1855 yılında tamamıyla bitirilen Dolmabahçe Sarayı’nın açılış töreni Rus İmparatorluğu ile 30 Mart 1856’da imzalanan Paris Antlaşması’ndan sonra olmuştur.

Avrupa saraylarının anıtsal boyutlarına özenilerek yapılan Dolmabahçe Sarayı, değişik biçimlerin, yöntemlerin öğeleriyle donandığından belirli bir biçime bağlanamaz. Büyük bir orta yapıyla iki kanattan oluşan planında, geçmişte mimari açıdan işlevsel değeri olan öğelerin farklı bir anlayışla ele alınarak süsleme amacıyla kullanıldığı gözlemlenir. Dolmabahçe Sarayı’nın kendine has, belirli ekollere giren bir mimari biçemi olmamasına karşın Fransız Baroku, Alman Rokokosu, İngiliz Neo Klasizmi, İtalyan Rönesansı karışık bir şekilde uygulanmıştır. Saray, batı anlayışıyla çağdaşlaşma çabaları içinde bulunan toplumun sanatta da batının etkisi altında kalarak, Osmanlı saray gereksinimlerini de dikkate alıp, o asır bünyesinin sanat atmosferi içinde yapılmış bir eserdir. Nitekim, 19. yüzyıl köşk ve saraylarına dikkat edildiğinde onların, içinde yaşanılan yüzyılın sanat olaylarına değil, toplumun ve tekniğin gelişmesini de anlattığı fark edilebilir.


 

Facebook Yorum